Mavide kaybolmak...
MAVİDE KAYBOLMAK ÜZERİNE BİR YAZI
“Yas, kaybettiğimiz kişilerden kendimizi ayırdığımız uzun ve acı verici bir süreci içerir. “Yasın işlevi,” diyor Freud
Hayatlarımızda farkında olduğumuz yada olmadığımız, bizi biz yapan, yaşamımıza anlam katan insanlar vardır. Ailemiz, çevremiz, dostlarımız. Onlar var iken devam ediyor herşey, kah gülüyoruz, kah eğleniyoruz, bazen hüzünlensek de hayat sarmalı içinde kendimizi kaptırmış yaşayıp gidiyoruz farketmeden...
Ünlü yönetmen Kieslowski gençlik zamanlarında yol kenarında otostop çekerken yanından hızla geçip giden bir arabanın ardından ''Cehenneme Git!'' diye bağırır ve bağırmasının hemen ardından arabanın bir anda devrilmesine ve şoförünün ölmesine tanık olur. yaşadığı bu olayı hiç unutmayan Kieslowski, bundan dolayı yaşadığı vicdan azabını filmde Juliette Binoche'nin canlandırdığıbu filmde bizlere yansıtır.
Ünlü bir müzisyen olan eşi ve güzel kızı ile Julienin süregelen bu başarılı hayatı, yukarıda tasvir edildiği gibi talihsiz bir kaza sonrasında bu döngünün dışına çıkacaktır. Hastande gözlerini açıp ailesini bu kazada kaybettiğini öğrendikten sonra artık hiçbirşey eskisi gibi olamayacaktır.
Yaşamak zorundadır insan, nefes almalı, yemeli, içmeli bir şekilde devam etmelidir. Ama bunu kendine nasıl anlatır, nasıl inanabilir ki?
Kaçmak, çözüm müdür? Unutmak, anıları silmeye çalışmak. Anlamını yitiren bir hayattan, anlamlardan sonra.
Acı çeken Julie hastanede bu anlamsızlık içerisinde hayatını sonlandırmaya çalışsa da bunu başaramaz ve bir şekilde yaşamanın devam etmesi gerektiğine inanır.
Hastaneden dönünce, hayatına dair herşeyi, tüm eşyaları, kocası için yaptığı besteleri, evi herşeyi geride bırakmaya çalışır. Unutmak, ruhunu özgürleştirmek zorundadır çünkü hayat devam ediyor. Biz onu terketmeye çalışsak da o bizim peşimizi asla bırakmaz...
Hiç ağlamaz. Evine ilk döndüğü sahnede evine hizmet eden bayanı ağlarken görürürüz ve ona şu soruyu sorar:
- Niçin ağlıyorsun Marie?
+ Çünkü siz ağlamıyorsunuz.
Ağlamaz, çünkü artık kaçmak, uzaklaşmak zorundadır. Devam etmelidir.
Herşeyi bırakır, taşınır, eski çevresinden uzaklaşır. Hayatında düştüğü boşluğu yeni bir çevre ile, yeni insanlar, yeni uğraşlar ile doldurmaya çalışır.
Aslında insan rahatlar uzaklaşınca, hatırlamaz isek, düşünmez isek bir şekilde gittiğini de görürüz ama...
İçimizde öyle yer etmiştir bu duygular, ne kadar üstünü örtmeye, unutmaya kaçmaya çalışsak da asla peşimizi bırakmazlar.
Julie de bunu kabullenmek, yaşamak zorundadır. Çünkü her kaçtığı sahnede eninde sonunda başladığı yere dönmektedir.
Acıları daha güçlü acılar ile örtemeyiz.
Ruhunu özgür bırakmalıdır. Ve bırakacaktır da.
Hayat, yine de en olumsuz dönemlerde insana tutunacak dallar uzatır. Kocasının hakkında öğrendikleri, eski dostları, yeni dostları...
Değişim başlar. Kaçmayı bırakır, yarım bıraktığı bestesini tamamlar ve hayatına bir şekilde devam eder.
Julie aslında özgürleşmemiş, ama içindeki maviyi, yani karanlığı kabul etmiştir. Çünkü ondan kurtulmak mümkün değildir.
Ünlü bir müzisyen olan eşi ve güzel kızı ile Julienin süregelen bu başarılı hayatı, yukarıda tasvir edildiği gibi talihsiz bir kaza sonrasında bu döngünün dışına çıkacaktır. Hastande gözlerini açıp ailesini bu kazada kaybettiğini öğrendikten sonra artık hiçbirşey eskisi gibi olamayacaktır.
Yaşamak zorundadır insan, nefes almalı, yemeli, içmeli bir şekilde devam etmelidir. Ama bunu kendine nasıl anlatır, nasıl inanabilir ki?
Kaçmak, çözüm müdür? Unutmak, anıları silmeye çalışmak. Anlamını yitiren bir hayattan, anlamlardan sonra.
Acı çeken Julie hastanede bu anlamsızlık içerisinde hayatını sonlandırmaya çalışsa da bunu başaramaz ve bir şekilde yaşamanın devam etmesi gerektiğine inanır.
Hastaneden dönünce, hayatına dair herşeyi, tüm eşyaları, kocası için yaptığı besteleri, evi herşeyi geride bırakmaya çalışır. Unutmak, ruhunu özgürleştirmek zorundadır çünkü hayat devam ediyor. Biz onu terketmeye çalışsak da o bizim peşimizi asla bırakmaz...
Hiç ağlamaz. Evine ilk döndüğü sahnede evine hizmet eden bayanı ağlarken görürürüz ve ona şu soruyu sorar:
- Niçin ağlıyorsun Marie?
+ Çünkü siz ağlamıyorsunuz.
Ağlamaz, çünkü artık kaçmak, uzaklaşmak zorundadır. Devam etmelidir.
Herşeyi bırakır, taşınır, eski çevresinden uzaklaşır. Hayatında düştüğü boşluğu yeni bir çevre ile, yeni insanlar, yeni uğraşlar ile doldurmaya çalışır.
Aslında insan rahatlar uzaklaşınca, hatırlamaz isek, düşünmez isek bir şekilde gittiğini de görürüz ama...
İçimizde öyle yer etmiştir bu duygular, ne kadar üstünü örtmeye, unutmaya kaçmaya çalışsak da asla peşimizi bırakmazlar.
Julie de bunu kabullenmek, yaşamak zorundadır. Çünkü her kaçtığı sahnede eninde sonunda başladığı yere dönmektedir.
Acıları daha güçlü acılar ile örtemeyiz.
Ruhunu özgür bırakmalıdır. Ve bırakacaktır da.
Hayat, yine de en olumsuz dönemlerde insana tutunacak dallar uzatır. Kocasının hakkında öğrendikleri, eski dostları, yeni dostları...
Değişim başlar. Kaçmayı bırakır, yarım bıraktığı bestesini tamamlar ve hayatına bir şekilde devam eder.
Julie aslında özgürleşmemiş, ama içindeki maviyi, yani karanlığı kabul etmiştir. Çünkü ondan kurtulmak mümkün değildir.
Kayıpların ardından bir insanın neler hissettiğini, neler yaşayabileceğini seyirciye, müzikleri ile, ses ve ışık kullanımı ile iliklerine kadar hissettiren, çarpıcı ve kolay kolay unutulmayacak bir başyapıt.